4 Ekim 2010 Pazartesi

Abdal mehmed camii - türbesi - çeşmesi - abdal fırını

Abdal mehmet bölgesi ile ilgili düzenlemeyi eski ve yeni hallerini gösterir kitapçığa aşağıdaki linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.
http://www.dijimecmua.com/index.php?c=sw&v=254&s=744&p=1

Abdal Mehmet Cami nerede? tıkla camiinin yerini gör
Tahıl Caddesi ile Cumhuriyet Caddesi'nden İnen Abdal Sokağı'nın kesiştiği yerde bulunan cami, II. Murat devrinde, Başçı İbrahim adlı bir tüccar tarafından 1450 yılında yaptırılmıştır.
Başçı İbrahim, Abdal Mehmet'in yakın arkadaşı olup, onun adına yaptırdığı için camiye bu isim verilmiştir.
Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne aittir.

Etrafı taş duvarlarla çevrili olan mekanın girişi kuzeydendir. 8,19 x 15,34 metre Ölçülerinde dikdörtgen planlıdır.
İki adet oval şekilde kubbe ile önünde asıl ibadet alanı ve üç küçük kubbe ile örtülen son cemaat yerinden oluşan cami, mahalle mescitleri içinde en büyüklerinden biridir.
1954 yılında Bursa Es­ki Eserleri Sevenler Kurumu tarafından onarılmış ve bugünkü şeklini almıştır.
Duvarları alttan üç metreye kadar moloz, üstle­ri kimi yerde aralarına dikey bir tuğla konmuş kesme taştandır.

Doğu-batı yönünde dikdörtgen planlı ana mekân; ortada sivri kemerle birbirinden farklı iki bölüme ayrılmıştır.
Bu kemerin son cemaat yerindeki ayağının her iki yanına birer girişi vardır.
Aynı zamanda bu ayak son cemaat yerinin mihrabı görevini yapan üç köşeli bir niş haline getirilmiştir.
Büyük kemerin ayırdığı her iki bölümün boyutları eşit ve kare olmadığından kubbeler ovaldir. Kubbeler duvarlara ve tromp bingilere oturmaktadır.
Pencereler 0,10 metrelik bir girinti içerisinde olup, kapakları düz meşe ağacındandır.
Üç sıra halindeki sivri kemerli pencereyle caminin aydınlanması sağlanmıştır.
http://www.osmangazimuftulugu.gov.tr/webpanel/cami/Abdal_Mehmet_Camii.jpg
minaresi tek şerefelidir.
Batı yönünde, yapay bitişik olan minareye son cemaat yerindeki bir kapıdan çıkılmaktadır. Silindirik tuğla gövde tamamen sıvanmıştır.

SON CEMAAT YERİ
Son cemaat yeri diğer camilere göre farklılık arz eder.
sivri kemerli olup, ön tara­fı demir profillerle kapatılmıştır.
Son cemaat yeri; iki yan duvar ve ortada yığma iki ayağı birbirine bağlayan üç sivri kemerin belirlediği üç bölüm halindedir.
Bölümlerin üstü dıştan kurşunla kaplı kubbelerle örtülüdür.
Doğu-batı yan duvarları kapalı olup, sivri kemerli birer pencere yer almaktadır.
Ayaklar ve cephe kesme taş, aralarında dikey iki tuğla ile taş aralarında yatay iki sıra tuğla örgülüdür.
Kemer üzengi düzeyinden başlayan, iki sıralı kirpi saçağın altını dolanan dışa çıkıntılı bir çerçeve yer almaktadır.
Buradan asıl ibadet alanına iki farklı kapıdan girilir.
İki kapı arasında ise bir cami büyüklüğün­deki son cemaat yerine ait mihrap bulunur.
Mihrapta güzel İs-talaklil süslemeler vardır.

Caminin karşısındaki türbede Abdal Mehmet yatmaktadır.
Türbe kesme kefeke taş ve klasik tuğla­dan yapılmış olup,
1450 yılında II. Murat tarafından yaptırılmıştır.
Tek kubbelidir ve üzeri kurşun kaplıdır,

Toplam cemaat kapasilesi 300 kişi olan camide, vakit na­mazlannda ortalama 70, cuma namazlannda 400, bayram na­mazlannda ise 300 kişi ibadet etmektedir.
Cami, çarşı içinde bulunduğundan cuma namazlarındaki cemaat sayısı, bayram namazdlarındaki cemaat sayısından fazladır. Kadrolu bir imam-hatibi ve bir müezzin- kayyımı bulunmakladır.

http://www.yenibursa.com/img/haber/large/qssss_cami2.JPG
Abdal Caddesi, Tahıl Caddesi ve Gül Sokağı’nın kesiştikleri kavşakta yer almaktadır. Bazı kaynaklarda caminin Fatih döneminde, Başçı İbrahim tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Ancak türbesinin kitabesine göre II.Murad dönemine ait olabileceği düşünülebiri.

Mihrap; büyük sivri kemerin güneydeki ayağına yapılmıştır. Mihrap kavsarası beş dilimli bir tepelikle iki mukarnas arasından oluşmaktadır. Dar ve küçük çerçevelidir. Çerçevede geometrik motifli kalem işleri ve Ayet-el Kürsî göze çarpmaktadır. Minberi basit, yanlıkları büyük geçmeli olarak yapılmıştır.

Duvarlar kubbe kasnakları, iki sıra tuğla, bir sıra kesme taş, araları dikey tek tuğla örgülüdür.

http://www.lifeinbursa.com/chc/c/f/cf1e24c03d63518c895583ed76b41b57.jpg
abdal çeşmesi

http://www.lifeinbursa.com/chc/0/5/0591f55ba91eff5bf2d4f35828d57b4e.jpg
Abdal Mehmet Türbesi (Osmangazi)
Bursa Cumhuriyet Caddesi yakınında, Abdâl Caddesi, Tahıl Caddesi ve Gül Sokağı’nın kavşağındaki Abdal Mehmet Camisinin karşısındadır.
Türbenin giriş kapısı üzerinde sülüs yazı ile Arapça yazılmış 0.80x0.50 m. ölçüsünde bir satırlık kitabesi bulunmaktadır.
Bu kitabeden türbenin yapılmasını Mehmet Han oğlu Sultan Murad’ın h.854 (1450)’de yapılmasını emrettiği yazılıdır.
Sultan II.Murad’ın 1450’de yaptırdığı 6.20x5.85 m. ölçüsünde, kareye yakın planlı olan türbenin üzeri sekiz köşeli bir kasnağın taşıdığı kubbe ile örtülmüştür.
Türbeye Bursa kemerli beşik tonozlu kapalı bir eyvandan girilmektedir.
Duvarlar üç sıra tuğla, bir sıra kesme taş ve bunların arasındaki dikey tuğlalarla örülmüştür. Türbe içerisinde Abdal Mehmed’in sandukası bulunmaktadır.

EŞREFZADE RUMİ İLE ABDAL MEHMEDİN HİKAYESİ
Kadiri Tarikatı'nı Türkleştiren Eşrefzade Rumi'nin hatırasını yüzyıllardır yaşatıyorlar.Tarikatları sadece kıyafetleri ve başlıkları ayırmıyor. Her tarikatın kendine mahsus yemeği de var. Erbain helvası, Safer aşı, limon ve karadut peltesi bu yiyecekler arasında. Kadiri tarikatının Eşrefi kolunun özel yemeği ise “köfteli çorba.” Küçük köftelerin, bol maydanozlu ve pirinçli suya katılarak hazırlandığı çorba Eşrefzade Rumi’nin, aşk yoluna girişinin sembolü.

“Kalbe giden yol mideden geçermiş” sözü aşkı, âşık ile mâşuk arasındaki ilişkiyi anlatır. Sözün gelişinden de anlaşılacağı üzere bu aşk, insanidir. Ancak yemek sadece “cismani” âşıklar için değil, kalbiyle yaşayan dervişler için de son derece önemli bir kültür. Öyle ki dervişler yediklerinin vücutlarında “nur” olacağına inanır, kendileriyle birlikte insan-ı kâmil olacağını düşünürlerdi. Yüzlerce yıllık tasavvuf tarihinde tarikatların kendileriyle özdeşleşen yemekleri, yiyecekleri de oldu.
Kadirihane’de pişirilen aşure, erbain helvası, Merkez Efendi Tekkesi’nde hazırlanan limon, portakal ve karadut pelteleri dervişler arasında çok meşhurdu. Cerrahi Asitanesi’ndeki Safer aşı, kurban kavurması, Mevlevihaneler’de hazırlanan “kavurma lokması” hemen akla gelen en önemli yemekler.
Kuşkusuz bu yemek kültürü içinde en ilginç öyküye sahip olanlardan biri de “köfteli çorba.” Kadiriliğin Eşrefiyye kolunun törenlerinde yapılan bu çorba, on dördüncü-on beşinci yüzyıllarda gerçekleştiğine inanılan bir olayın anısını yaşatıyor. Ünlü mutasavvıf Eşrefoğlu Rumi’nin aşk yolculuğuna çıkışının tarihine uzanıyoruz…

ÇAMUR KÖFTEYE DÖNÜŞTÜ
Çorbanın öyküsü ile halk arasında Eşrefoğlu Rumi olarak bilinen Abdullah Rumi’nin öyküsü iç içe geçmiş. O yüzden Mısırlı bir aileye mensup Abdullah Rumi’yi tanımadan çorbayı anlamaya, onun öyküsünü dinlemeye imkân yok. Adından ziyade lâkabıyla tanınan Abdullah Rumi’nin babası “Eşref” isimli, devrinin önemli bir şairiydi. Bu yüzden kendisi de önemli bir mutasavvıf ve halk şairi olmasına rağmen babasının adına izafe ederek “Eşrefzade” mahlasını kullandı.
Eğitimine medresede başlayan Eşrefoğlu Rumi, başarılarından dolayı danişmentlik (asistanlık) seviyesine yükseldi. Klasik din ilimlerinin teoride kaldığını, hayatın pratiğinde söz sahibi olmadığını görünce tasavvufa merak sardı. Fıkıh, kelam, hadis kitaplarının yanında döneminin ünlü mutasavvıflarının da kitaplarını okumaya başladı. Bir taraftan da farklı tarikatların sohbet toplantılarına katılıyordu.

ABDAL MEHMEDİN ÇAMURDAN KÖFTELERİ
Bir gün, sabahın erken saatlerinde Bursa’da Çelebi Mehmed Han Medresesi etrafında dolaşırken, tanınmış mutasavvıflardan Abdal Mehmet Efendi’ye uğradı. İnanışa göre bu sırada içinden “tasavvuftaki nasibim ne olacaksa bugün görünsün” diye geçiriyordu.
Eşrefzade’nin kalbinden geçirdikleri Abdal Mehmet’e “mâlum” oldu. Abdal bir anda Eşrefzade’ye dönerek, “Danişment var git bize bir köfteli çorba getir” diye emretti. Bunun üzerine Eşrefoğlu Rumi, Abdal Mehmet’in isteğini yerine getirmek üzere çarşıya gitti. Ancak tüm aramalarına rağmen “köfteli çorba” bulamadı. O gün için aşhanelerde bulduğu yegâne şey sade çorba olmuştu. Abdal Mehmet’in huzuruna eli boş dönmemek için de, bulduğu bir tas çorbayı aldı.
Abdal Mehmet’in derdi elbette “köfteli çorba” içmek değildi. Bir lokmayla bir gün geçiren, dünyadan geçmiş bir mutasavvıfın gönlüne çorbanın izi hiç düşmemişti. O, Eşrefoğlu Rumi’yi teslim almak istiyordu. Bunun için de “köfteli çorba”yı kullanmıştı.
Abdal Mehmet, önüne getirilen çorbadan bir kaşık alınca, içinde köfte olmadığını anladı. Sevecen bakışlarla yüzünü Eşrefzade Rumi’ye döndü; “danişment hani bunun köfteleri diye” sordu. Saygı duyduğu Abdal Mehmet’in isteğini yerine getiremeyen Eşrefzade ise büyük bir mahcubiyet içindeydi; “Efendim bugün çorbanın köftelisi bitmiş. İnşallah yarın köftelisini getireyim” dedi.
Bu cevaba hiç sesini çıkarmayan Abdal Mehmet Efendi, Eşrefzade’nin şaşkın bakışları arasında yanında duran çamurdan bir avuç aldı. Çamuru köfte gibi küçük parçalara ayırıp, çorbanın içine attı. Kaşığıyla karıştırdıktan sonra çorbayı Eşrefzade’ye uzattı ve “Ye bunu” dedi. Eşrefzade çorbaya kaşığını daldırdığında, Abdal Mehmet’in attığı küçük çamur parçalarının köfteye dönüşmüş olduğunu gördü.
Abdal Mehmet, Eşrefzade’yi sınamıştı. Büyük bir teslimiyetle sınavı geçen Eşrefzade Rumi’yi asıl şok eden ise Abdal Mehmet’in tekkeye gelmeden önce aklından geçenleri bilmesiydi. Abdal Mehmet, “Sen tasavvuf yoluna girmeyeceksin de kim girecek” sözüyle Eşrefzade Rumi’ye dervişlik yolunu açtı.
Eşrefzade yıllar sonra İznik’te şeyh olduğunda hâlâ o günü hatırlıyor, “Ah o Abdal Mehmet’in verdiği cennet yemeği çorba” diyerek özlemini dışa vuruyordu.


Kadiri tarikatının Eşrefi kolu, bu olayı unutmamıştı. Her yıl Bursa’daki tekkelerinde Kurban ve Ramazan Bayramı’nın ikinci günleri büyük bir törenle “köfteli çorba” pişirildi. Bu gelenek, hiç kesintisiz yüzyıllarca sürdü, günümüze kadar ulaştı. Cumhuriyet’in ilanından sonra dergâh ve tekkelerin kapatılmasının ardından bir süre törenlere ara verilse de, dar bir çevrede Abdullah Rumi’nin Eşrefzade’ye dönüşünün başlangıcı olan bu gün hiç unutulmadan yâd edildi.
TEKKE’DE HER ŞEY SEREMONİYDİ
Eşrefiler’in, Bursa’daki en önemli tekkelerinden olan Numâniye Dergâhı’nın son postnişini Mehmet Safiyeddin Efendi (ölümü 29 Aralık 1950) bu anâne hakkında Asaf Halet Çelebi’ ye ayrıntılı bilgiler vermişti. Bu merasimin tüm ayrıntılarını A. Halet Çelebi ile birlikte kaleme almışlardı:
“Ramazan ve Kurban bayramlarının ikinci günleri Bursa’daki Numâniye Dergâhı’nın meydanında ‘sabah namazı’ dervişlerle kılınır. Ve sabahları devamlı okunan dualar anlamına gelen, sabah usulü bilinen Kadiri evrâdının okunması ile devam ederdi. Daha sonra kelime-i tevhid zikri ve bazı diğer isimler zikr edilir ve gülbank ile meydandaki merasim biterdi. Daha sonra tekkelerin yemek odası anlamına gelen ‘somathâne’ye geçilir. Büyük bir oda olan somathânede “on iki imamı” temsil eden on iki kişilik, on iki adet masa etrafında toplanılırdı. Dervişler sofra başında ‘niyaz vaziyeti’ olarak ifade edilen, yani elleri göğüste kavuşturarak ve ayakları başparmakları birbirinin üstüne gelecek şekilde mühürleyerek beklerdi. ‘Allah Allah’ sesleri arasında tekke şeyhinin bir gülbank okuması ve sonunda ‘gelin ey canlar bu çorbayı nûş idelim’ sözleriyle bu sofra merasimi sona erer ve sofraya oturulurdu.
“Genellikle taze dana etinden yapılan bu köfteler bol maydanozlu pirinç çorbasının içine atılır ve birkaç dilim ekmek ile tekke ağzıyla cümbüşlenirdi. Tekkenin büyüklerine Fatihalar ve dualarla merasim sona erer ve tekkenin avlusuna çıkılırdı. Tekke bahçesinde tekkenin kurucusu olan Numan Efendi hazretlerinin kabrinin başında ‘Ayet-el Kürsi’ okunur ve daha sonra tekkeden toplu halde dışarı çıkılırdı.
“Bursa’da eskiden ‘Yeniyol’ şimdi ‘İnönü Caddesi’ denilen yoldan Deveciler Mezarlığı yakınlarına gidilirdi. Deveciler Mezarlığı, o dönemde Bursa’nın büyüklerinin yattığı bir mezarlık iken 1940’lı yıllarda yol genişletmesinde yok olmuş ve hatta sanat değeri çok yüksek olan mezartaşları kırılmıştır. Süheyl Ünver gibi birçok sanat tarihçimizin ilgi odağı olan bu mezarlık yakınında ‘köfteli çorba’nın sebebi olan Abdal Mehmet yatmakta idi. Dervişler Abdal Mehmet’in zaviye ve türbesini ziyaret ederek tekrar oradan ayrılırlardı.
Diğer bir Eşrefi tekkesi olan ‘İncirli Tekkesi’ dervişleri ile şehrin kıyısında buluşan bu topluluk, Eşrefi büyüklerine Fatihalar okurlardı. Eşrefoğlu’nun ilk manevi hocası kabul edilen Emir Sultan’ın o zamanki şeyhi ile burada buluşulur ve Emir Sultan zaviyesine gidilirdi. ‘Gerçek âşıklara salâ denildi, Emir Sultan ne hoş canlarmış’ ilahisi ile şeyhler birbiriyle geleneksel şekilde selamlaşırlardı. Oturarak yapılan bir zikir ayininden sonra ‘Eşrefi usulüne’ göre ayağa kalkılır ve ‘Cem olmuş dervişleri Sultan Eşrefzade’nin’ cumhur ilahisi ile devran meclisi Eşrefi şeyhine verilirdi. Yapılan Eşrefi usulündeki devran zikrinden sonra meclis sona ererdi. Postnişinlerin yaptıkları selamlaşmadan sonra tüm dervişler selamlaşır ve aynı yolla tekkeye dönülürdü.”
TORUNLARI HAZIRLIYOR
1927 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra yüzyıllardır devam eden bu tören yapılamadı ve nisyana terk edildi. Dervişlerin hatıralarında yaşayan bu gelenekleri bir Divan Edebiyatı araştırmacısı, Asaf Halet Çelebi ortaya çıkardı. 1940’lı yıllarda Numâniye Dergâhı’na gitti ve tekkenin son postnişini ile görüştü. Tekkeler kapatıldıktan sonra Numâniye Dergâhı’nın hareminde yaşayan Safiyüddin Eşrefoğlu tüm bildiklerini Çelebi’ye aktarmıştı. Safiyüddin Eşrefoğlu aynı zamanda Eşrefzade Rumi’nin soyundan geliyordu. Çelebi ile Eşrefoğlu’nun tanışıklığı sayesinde “Köfteli Çorba ve merasimleri” yazılı belgeler olarak günümüze ulaştı.
Son “Eşrefi köftesi” merasimlerinden birisine 30 Ağustos 1919 tarihli “Hüdavendigar” gazetesi de yer verdi. Hüdavendigar’da Safiyüddin (Eşrefoğlu) Efendi’nin postnişinliğinde ve son dergâh meydancısı, Bursa’nın ünlü mutasavvıflarından “Hacı Lütfi Efendi” kontrolünde yapılan merasim anlatılmakta.
Gazetede yer alan bilgilerden yola çıkarak merasim hakkında çok kalabalık ve başta Mevlevi dervişleri olmak üzere, diğer tarikatlara mensup dervişlerin de katıldığı bir merasim olduğunu söylemek mümkün. Hatta bu merasimde son dönem tasavvuf metinlerini ve silsilelerini toplamış Sadık Vicdâni’nin de bulunduğunu görmekteyiz. Eşrefoğlu ailesinin tüm fertlerinin hazır bulunduğu bu merasimi, Safiyüddin Efendi idare etmişti. Töreni organize edense Büyük oğlu Mehmet Ziya Eşrefoğlu’ydu.
Daha sonra uzun yıllar Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde çalışan Mehmet Ziya Eşrefoğlu, döneminin en önemli paleoğrafya uzmanı olarak bilinmekteydi. Prof. Dr. Ahmet Mumcu başta olmak üzere pek çok bilim adamının araştırmalarına önayak olmuştu. Bu arada babasının son postnişinliğini yaptığı Numâniye Dergâhı ile bizzat ilgilendi. Geleneklerin unutulmaması ve ailenin tekkenin harem dairesinden çıkartılmaması için büyük mücadele vermişti.
Bir zamanlar büyük törenlerle hazırlanan “Eşrefi köftesi-köfteli çorba” şimdi ancak Eşrefoğlu ailesinin gayretleri ile yaşamaya çalışıyor. Aile evleri olarak kullandıkları tekkede aynen yüzyıllar boyunca olduğu gibi Ramazan ve Kurban bayramlarının ikinci günü, bu çorbayı hazırlayıp ziyaretçilere ikram ediyor.
Köfteli çorba tarihe “sırlanmamak” için direniyor…

u
u

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder